L.I.F.E Projesi Eğitmen Şefi Oğuz Taktak
Ülkemizde ciddi boyutta bir kırmızı et kıtlığı söz konusu, bu soruna sığır sayısını artırarak çözüm bulmak, çayır ve meralarımızın özelliklerinden dolayı ekonomik değildir. Tarih boyunca Anadolu ve Rumeli topraklarında küçükbaş hayvan yetiştirilmiş ve tüketilmiştir. 1980’li yıllarda Türkiye’de oluşturulmaya başlanan Sığırcılık ve Tavukçuluk teşvikleri ve destekleri yüzünden tüketicilerin davranışları ve üreticilerin yönelmeleri de büyükbaş hayvancılığa doğru kaydı.
Türkiye’de başlatılan sığır ithali, günümüzde de devam ediyor. Bununla birlikte sığır yetiştiriciliğine ağırlık verilen bir hayvancılık politikası istenilen sonucu vermedi.
Kuzu etli geleneksel mutfağı oldukça zengin olan bir ülkede, her geçen gün yeni steakhouse’ların açılması ve buralarda sığır etinin baştâcı edilmesi çok tuhaf. Veterinerler, küçükbaş hayvanların çoğunun otlak hayvanı olduğunu, bunlar hem doğal ve ucuz beslenip hem de yaşam süreleri kısa olduğu için fazla ilaç verilmediğini söylüyorlar. Sığırlar ise artık meralarda otlamadan çiftliklerde yetişiyor, bunlara soyalı suni yemler veriliyor, antibiyotik iğnesi vuruluyor ve kimi yerlerde yasadışı da olsa kilo arttırıcı hormonlar kullanılıyor. Sağlık gerekçeleri bir yana, yemek kültürümüz koyun-kuzu etiyle şekillendiği için sığır eti yemeklerde kuzunun yerine geçemiyor. Osmanlı’nın asırlarca kuzu koldan doğranan kuşbaşı etiyle yaptığı tas kebabını artık dana etiyle yapıyor, dana eti yavan olduğundan atalarımız gibi tadına varamıyoruz. Mangal kültürümüzde de kuzuyu güzel pişiriyor, dana kullandığımızda ise çoğu kez dövdürüp incelttiğimiz eti kösele gibi kuru kuru yiyoruz. Zaten sığır etlerimizin kalitesi de bir Amerika ya da Arjantin eti vasfında değil, o yüzden bu etleri bir de beceriksiz pişirdiğimizde lezzetleri çok yavan oluyor.
Kuzey İspanya, Gastronomi dünyasında kuzunun ana vatanı kabul edilir. Yeme içme meraklıları özel olarak bölgeye gastronomi turları düzenlerler ve bu özel kuzuyu yüceltirler. İspanya’nın ve dünyanın en ünlü şeflerinden Joan Roca ülkemize defalarca yaptığı ziyaretlerinden sonra Gastronomi dergisi 2018 Mart sayısında Hülya Meral’le yaptığı röportajda, Türkiye için “Dünyanın en lezzetli kuzulara sahip ülkelerinden biri” diyor. Ve enfes kuzularıyla ünlü İspanya’dan gelerek bunu söylüyor.
Biz hâlâ hormonlu ithal sığır eti peşinde koşalım, steakhouse’ları dolduralım.
Artık biliyoruz ki gastronomi dünyası da tekstil sektöründe olduğu gibi modalar, trendler ve yön vericilerin doğrultuları ile şekilleniyor. Öyle ki 2012 yılında Kuzey İtalya’da meydana gelen depremden sonra ekonomisi zarar gören peynir üreticilerini desteklemek için dünyaca ünlü şef Massimo Bottura’nın yöreye özgü peynirlerin tüketimine yönelik çağrısı ile kısa sürede yaklaşık 2 Milyar Euro’luk bir pazar oluşturması ve ülkeye yaptığı katkı, sektörün büyüklüğüne ve trendlerin hızla ekonomi yaratmalarına iyi bir örnek olabilir.
KOYUNCULUK VE KEÇİCİLİK NEDEN GELİŞTİRİLMELİ?
Hayvan yetiştiriciliğinde en önemli girdilerin başında yem gelir. Yem deyince akla ilk gelen girdi ise ottur. Türkiye maalesef ot fakiri bir ülkedir. Bunun nedeni Türkiye’nin iklim özellikleri, Avrupa, Avustralya ve Amerika kıtasında olduğu gibi bol yağış alan geniş meralara uygun olmayışıdır. Üstelik yağışı az ve düzensizdir. Mera ve otlaklarındaki otlar, seyrek, fakir ve kısa boyludur.
Mera ve otlaklarımız anılan özelliklerinden dolayı, sığır yetiştiriciliğine değil, koyun ve keçi yetiştiriciliğine uygundur. Koyun ve keçiler, dudak yapıları nedeniyle en kısa otları bile yiyebilirler, hatta toprak altından bile ot çıkarabilirler.
Sığırlar ise dudak yapılarından dolayı, kısa boylu, seyrek otları değerlendiremezler. Türkiye’de sığırların ot ihtiyacı, sulu tarımla elde edilen mısır silajı ve yonca gibi yem bitkilerden karşılanır. Su da değerli olduğundan Türkiye’de büyükbaş hayvan yeminin maliyeti yüksektir.
AB ülkelerinde ise ikliminden kaynaklanan özelliğinden dolayı her mevsim yağış vardır ve bu durum ot üretimini sığıra uygun bir duruma getirmiştir. Dolayısıyla ot ve sığır etinin maliyeti Türkiye’ye göre çok düşüktür. Kısaca, sığır kırmızı eti fiyatlarında Türkiye’nin AB ülkeleriyle yarışması olası değildir.
Bir diğer önemli teknik neden ise koyun ve keçinin sığıra göre üreme güçlerinin daha fazla olmasıdır. Koyun ve keçinin gebelik süresi 5 aydır, bir doğumda çok yavru verebilir. Sığırın ise gebelik süresi 9 ay 10 gündür ve doğumda ancak bir yavru verebilir.
Koyun ve keçi bir yaşından sonra gebe kalır, bir başka deyişle üreme çağına sığırdan önce erişir.
Koyun ve keçi işletmeleri genelde küçük ve orta ölçekli işletmelerdir. Bu işletmelerde işgücü ve kalkınma verimliliği, sığırcılığın egemen olduğu endüstriyel işletmelerden daha yüksek bir düzeye sahiptir. Bu bağlamda, küçükbaş yetiştiriciliğinin önemi ortaya çıkıyor. Çünkü daha az sermaye girdisi ile başta geçimlik olmak üzere piyasaya mal üretmeleri daha mümkündür.
Kısaca, ne kadar büyükbaş ithal edersek edelim, kırmızı et açığını sığır türü ile karşılamamız söz konusu olamaz. Kırmızı et açığını kapamanın tek çaresi, koyun ve keçi yetiştiriciliğine yönelmektir. Dolayısıyla ülkemizin süt ve deri gibi ihtiyaçlarını karşılamak için de küçükbaş yetiştiriciliğine önem verilmelidir.
ET VE SÜT ÜRETİMİNİ ARTIRMAK İÇİN DOĞRU MODEL NEDİR?
Türkiye tarım işletmelerinin büyük çoğunluğu küçük ve orta ölçekli işletmelerinden oluşuyor. Bu işletmeler iş gücü açısından da önemli. Hayvan varlığının azalmasının bir nedeni de bunların çok fazla desteklenmemeleri ve bu işletme sahiplerinin şehirlere göç etmelerinden kaynaklanıyor.
Orta ve uzun dönemde ise, Türkiye’de küçük olan işletmelerin orta ölçekli işletmeler durumuna dönüştürülmesi ve kaliteli hayvancılık yapmalarına yönelik düzenlemeler gerçekleştirilmelidir.
Ayrıca topluma yön vericilerin(Bloggerlar, fenomenler, gazeteci ve T.V. yıldızları) desteğiyle koyun ve kuzu etini tekrar eskisi gibi popüler hale getirebilmek için halkla ilişkiler çalışmaları yapılmalıdır.