IDEMA Kalkınma çalışanları yazıyor: Ülkelerin COVID-19 ile mücadelelerini anlattığımız yazı dizimizde IDEMA İcra Kurulu Üyesi ve Projelerden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Evren Aydoğan’ın Almanya’yı ele alan yazısını yayınlamıştık. Üzerinden yaklaşık bir ay geçen bu yazıyı Aydoğan, güncel gelişmeler ışığında yeniden değerlendirerek kaleme aldı.
İlk yazımızın üzerinden yaklaşık bir ay geçti. Bu süreçte, COVID-19 sürecine ilişkin, tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi Almanya’da da pek çok gelişme oldu, sürecin takibi açısından bu yazıda birkaç noktayı öne çıkarmaya çalışacağız. Alman Şansölyesi Angela Merkel ile yazıya başlayalım.
COVID-19 salgını, sağlık sistemleri, makro ekonomik dengeler ve yeni dayanışma ağları açısından pek çok platformda tartışılıyor. Bunun yanında, pek çok yorumcu tarafından da ülkelerin liderlerinin siyasi konumları açısından bir turnusol kâğıdı olarak değerlendiriliyor. Bir önceki İngiltere’ye ilişkin yazıda belirttiğimiz gibi popülist ve popülist olmayan liderlik tarzları, ideolojilerden bağımsız olarak tartışılıyor. Merkel, tam da böyle bir tartışmanın, popülizme en uzak tarafında duran bir lider olarak değerlendiriliyor.
Özellikle İngiltere Başbakanı Boris Johnson ve ABD Başkanı Donald Trump ile karşılaştırıldığında Merkel’in, salgın sürecini, hem kullandığı istihdam ve sağlık politikası araçları bakımından hem de siyasi söylemi bilimsel gerçeklerle birleştirmek açısından öne çıktığı iddia edilebilir. Burada siyasal liderlik tipolojilerinin farklılaşmasına ek olarak, birinci yazımızda değindiğimiz birtakım kurumsal ve yapısal özelliklerin de rol oynadığı söylenebilir.
Bu özelliklere kısaca değinelim. İngiltere’deki -on yıllık kemer sıkma politikalarıyla zora girmiş- liberal refah devleti uygulamaları ile karşılaştırıldığında, Almanya’nın sosyal refah rejimini oluşturan sağlık ve sigorta kurumlarının daha sağlam bir strateji oturtabildiği salgın sürecinde görüldü. Buna bir de makro ekonomik dengeler açısından Almanya’nın üstünlüğü eklendiğinde resim biraz daha berraklaşıyor. Bu, tabii, bir yandan da bir Avrupa Birliği’nin mevcut ve gelecekteki ekonomik yapısına ilişkin daha derin bir tartışmaya da işaret ediyor.
Salgının reel ekonomik boyutu açısından ise, Almanya’da salgının hemen başında açıklanan ekonomik destek programı aynı şekilde devam ettiriliyor. Halk sağlığına ilişkin genel düzenlemeler ise değişkenlik gösterse de Almanya’da yaşayan yorumcular, halkın merkezi ve yerel hükümetlerden gelen uyarılara harfiyen uyduğunu belirtiyorlar. Bunun en iyi örneği maske konusunda yaşandı. Maske takma zorunluluğu gelene kadar, fiziksel mesafeyi en iyi uygulayan ancak maske kullanmayan Almanya vatandaşlarının, kimi yerel hükümetlerin zorunluluk getirmesinin ardından tümüyle maske kullanmaya başlaması sosyal medyada epey bir gündem yarattı. Buradaki davranış kalıbı, muhtemeldir ki, devlet ve toplum arasındaki ilişkinin, anayasal toplum sözleşmesinin tarihsel biçiminden kaynaklanıyor. Ancak bu elbette, çok başka ve derin analizlerin konusu.
Yazımızı Almanya’da salgına ilişkin güncel durum ve açılma tartışmalarına kısaca değinerek bitirelim. Yazının ruhuna uygun olarak, “açılma” konusunda Merkel’in geçtiğimiz hafta yaptığı, fizik doktoralı bir Şansölye’nin farkını ortaya koyan açıklaması süreci özetler nitelikte. Siyaset ederken ve bir salgını yönetirken bilimsel gerçekleri temel alarak, toplumu doğru bilgilendirmek konusunda bir örnek olarak ileride derslerde okutulabilecek konuşmayı ilgili linkte okuyucumuzun dikkatine sunmuş olalım.