IDEMA Kalkınma çalışanları yazıyor: IDEMA İcra Kurulu Üyesi Kenan Anıl Gökrenk, IDEMA HABER okurları için yazdı.
En büyük sorunlarımızdan birisinin “bilmiyorum” demek olduğunu düşünüyorum. Bilmediğiniz bir yerde, adres tarifi sorduğunuz kişi, fikri olmasa dahi size yol tarif etmeye çalışır. Evet pek çoğu belki yardımseverlik niyetiyle bunu yapar. Ama, sizin gideceğiniz yere daha geç ve zor gitmeniz haricinde bir işe yaramaz. Bence bu durumun temel sebebi, “bilmiyorum” demenin cezalandırıldığı bir eğitim sistemi tarafından yetiştirilmiş olmamızdır.
Küçük yaşlarda etrafınızda “bilmiyorum” dediğinizde ayıplayan arkadaşlarınız ve aileleri vardı. Sınıfta, sözlüye kalktığınızda ve “bilmiyorum” dediğinizde de azarlayan öğretmenleriniz… İşte bu sebeple “bilmiyorum” kelimesinden korkup her konuda fikir sahibi olarak bir şeyler söyleme gayretinde bulunuyoruz. Hatta bu durum, sağdan soldan duydukları ve okudukları sayesinde tüm konular üzerinde uzman kişileri yaratmış bile olabilir.
Girişimciliğin Temeli
Girişimcilik kelimesi ile tanışıklığımız çok geriye gitmez. On yıllık bir süreçte üniversitelerde en fazla semineri verilen konudur diye tahmin ediyorum. İşte her konuda, duydukları ile uzman olan kişilere de “girişimcilik” sayesinde yeni bir konuşma alanı yaratılmış oldu. Ömründe bir kere sosyal güvenlik kurumu ödememiş; kurumlar vergisinden haberi olmayan kişilerden “Bırakın okulu ve KPSS’ye hazırlanmayı. Girişimci olun!” cümlesini yeterince duyduk. Ben size girişimci olmayın demiyorum; yine girişimci olun ama birazdan bahsedeceğim konular da bir şekilde zihnimizin kenarında dursun isterim.
Üniversite yıllarında katıldığım bir panelde, Türkiye’nin en önemli ticarethaneler birliğinin başkanı olan kişiden, “Bulunduğunuz yeri merkez alan 10.000 km. çaplı bir daire çizin. İşte sizin en yakın pazarınız buralar.” cümlesini duyunca çok etkilenmiştim. Evet, pazarlayacak bir ürünüm yoktu. Ancak, en yakın pazarımın neresi olduğunu anlamış ve heyecanlanmıştım. Yani, memleketin herhangi bir insanı olarak işe yine tersten başlamıştım. Öyledir ya; hep projeniz yoktur ama fon ve hibe kaynağını görünce hemen bir proje yetiştirmeye çalışırsınız. Maalesef bu iş böyle olmaz! Çünkü girişimci olmak için önce bir ürününüz, fayda sağlayacak bir girişim fikriniz olmalı. Oysa bu seminerlerde kimse size üründen bahsetmez. Sürekli farklı olmaktan, inovasyondan ve pazardan bahseder.
Oysa memleketin mevcut durumu, coğrafi yapısı sayesinde o kadar çok ürün geliştirilebilir ki… Keşke her ilde aynı bölümler kurulmuş üniversitelerde, bölgelerin yerel kaynaklarına göre uzmanlaşma sağlayacak bölümler de açılsa… Yani Sivas, Divriği’den çıkan demir madenini, o bölgede var olan üniversitelerin ilgili bölümlerinde eğitim gören bölge çocukları işleyebilse. Böylelikle yüksek öğretim kurumları, bölgenin ekonomik kalkınmasına ve bilim sayesinde var olan doğal zenginliğin ürüne dönüştürülmesine hizmet edebilse.
Girişimciliğin temeli öncelikle ekonomik girdiyi sağlayarak, kalkınmanın itici gücünü oluşturmaktır. Memleket açısından girişimcilik; öncelikle bölge olarak kendi kendimize yetebilmeyi amaçlamalıdır.
Kendi kaynaklarımızla üretebileceğimiz ürünleri yurt dışından ithal ettiğimiz sürece dışa bağımlılığımızı asla yönetemeyiz. Örneğin, et fiyatlarını düşürmek için iç piyasadaki üreticinin doğru şekilde desteklenmesini sağlamak; aracıların sistemde en fazla kazanan olmasını engellemek; yerel yönetimler yasasının değiştirilmesi sonucu meraları yok etmenin getirdiği olumsuzlukları düzeltmek yerine ucuz fiyatlı hayvan getirip, piyasaya düşük fiyatlı et sağlamaya çalışıyoruz. Oysa yaşanılan aksaklıkları kısa süreli çözümlerle aşmak yerine, duruma sebep olan olumsuzlukları, uzun süreli planlamalar ve politikalar ile çözüme kavuşturmalıyız. Böylelikle üretici daha iyi kazanır ve üretim yapmaya devam ederken tüketicinin de daha ucuza ürüne ulaşmasını sağlamış oluruz.
Küresel Tedarik Zincirinin Halkaları Koptu!
Girişte bahsettiğim 10.000 kilometrelik daire içindeki pazarlar hedefi aslında başka bir konuyu daha işaret ediyor: Küresel tedarik zincir. Ülkeler, kendi kaynakları ile üretemedikleri ürünleri, farklı ülke ve üreticilerden tedarik eder. Dünyadaki ekonomi döngüsü de aslında bu zincire bağlıdır. Ancak, günümüzde yaşadığımız COVID – 19 salgını bu tedarik zincirinin kırılmasına sebep oldu. Herkes kendisine yetebilmenin derdinde. Karantina sebebiyle iş gücünde yaşanılan kayıplar nedeniyle ihtiyaç duyduğumuz ve başka ülkelerden tedarik ettiğimiz birçok şeye uzun süre ulaşamayabiliriz. Hatta, yeterli kapasite üretilemeyen ürünlere, getirilecek ithalat yasaklarının da eklendiğini bir düşündüğümüzde bu ürünlerin alınmayacak kadar pahalılaşmasına bile sebep olacaktır.
Aslında bu durum, erken cumhuriyet döneminde izlenen politikaların ne kadar yerinde ve önemli olduğunu bir kere daha gözler önüne seriyor. O dönemde, kumaş fabrikalarından, tahıl ambarlarına, devlet teşviki ile yerli tohumla üretilen ekinlerden, uçak fabrikalarına kadar, yerelleşerek sanayileşmenin en güzel örneklerini yaratmışız. Bölgesel dinamiklere göre müfredatları güncellenen ve her konuda deneyim kazandıran, köy enstitülerinin önemine değinmiyorum bile …
Kendi kendimize yetecek ve her alanda gelişmeyi sağlayacak bu devrimlerden bizi vazgeçiren de “küresel tedarik zinciri” olmuş sanırım. Emek harcamadan, isteğimize daha uygun maliyetlerle ama kalitesi sorgulanır ürünlere ulaşabilecek olmak, bazı alanları özel sektörün inisiyatifine bırakmış. Hatta bazı alanları da tamamen dışa bağımlı hale getirmiştir diyebiliriz. Öyle ki, yerli tarımsal ürünlerin devletin ofislerinde depolanırdı. Üzerinden kocaman yazılarla DMO (Devlet Malzeme Ofisi) yazan siloları hatırlarsınız diye düşünüyorum. Tarım Bakanlığı tarafından hayvan üreticileri için yerli üreticiden alınarak, piyasaya sürülen yemlerden vazgeçip; yurt dışından getirilen GDO’lu hayvan yemlerine muhtaç bıraktık sistemimizi…
Özel Sektöre Terk Edilen Alanlar
Farklı ülkelerden tedarik ettiğimiz ürünler, devletin ürettiği ya da kontrol ettiği alanların zarar görmesine ve kapatılmasına sebep oldu. TELEKOM, TEKEL, şeker fabrikaları gibi direkt özel sektöre satılan alanların yanı sıra devlet tarafından organize edilmesi gereken sağlık ve eğitim süreçleri de özel sektörün inisiyatifinde gelişmesi gereken alanlar haline geldi.
Ancak, şu anda bir aşının geliştirilmesi için tüm dünya, sağlık alanından gelecek bir habere bel bağlamış durumda. Oysa önceliği ticaret olan bu özel işletmeler daha fazla kazanca ulaşmak için olmayan bir hastalığın aşısını geliştirmek için asla kaynak harcamazlar.
Bugünlerde kendi öz kaynaklarımızla kendimize yetebilmenin ne kadar önemli olduğunu yaşayarak anlıyoruz. Dünya genelinde popülerleşen gündemler özelinde hareket ederken, birey olmanın gerekleri ve memleketin her bir ferdinin çıkarını düşünerek hareket etmenin gerekliliğine şahit oluyoruz. Hastalıkların ve toplumsal felaketlerin dünyanın değişiminde nasıl etken olduğunu hep birlikte görüyoruz. Ama değişmek, değiştirmek lazım. Temel olarak bilgiye, sağlıklı olmaya ve beslenmeye ihtiyacımız var. Tüm bu ihtiyaçlarımızı da sistemlerin dışına çıkarak daha doğru politikalarla düşünmenin zamanı gelmedi mi? Bu kadar alışılmışın dışına çıkmak hayalperestlik dediğinizi duyar gibiyim.
Belki de dünyayı değiştirmek hayalperestlerin işidir, ne dersiniz?