Ekinlerin büyümesi, fazla miktarda kullanıldığında çevreyi kirleten tarım ilaçları, herbisitler ve gübreler sayesinde gerçekleşiyor.
Peki, doğaya zarar vermeden ekinleri korumak mümkün mü?
Tarımdan daha fazla etki ederek, dünya peyzajında ve çevresinde değişikliklere sebep olan az sayıda insan faaliyeti bulunuyor. Hayvanlar için ayrılmış mera alanları ve ekinler, dünya üzerinde bulunan mevcut arazilerin %40’ını kaplıyor. Ancak bu uçsuz bucaksız arazilerde ekin ve yiyecek yetiştirme şeklimiz doğa üzerinde gittikçe artan bir tehlike yaratıyor.
Gün geçtikçe artan gıda talebi; suyun, havanın ve toprağın, gübreler ve kimyasal ilaçlar ile kirlenmesine sebep oluyor. Bitkilerin üzerine püskürtülen kimyasal ilaçların %98’i bitki üzerinde kalmayarak, toprağa sıçrama yapıyor. Bu durum da kimyasalların suya karışmasına zemin hazırlıyor. Aynı zamanda, yaban hayat ekosisteminin, tarım arazilerine dönüştürülmesi yabani bitkilerin ve hayvanların yaşam alanlarında küçülmeye neden olarak biyolojik çeşitliliği azaltıyor.
Hal böyle olunca akıllara tek bir soru geliyor; “Tarımı, doğaya zarar vermeyecek bir hale getirmek mümkün mü?” Çiftçiler ve araştırmacılar, bu soruya “evet” yanıtını verebilmek için gerekli araçlar üzerinde çalışıyorlar. Bunlardan biri; akıllıca kullanılan teknoloji.
Birçok yeni inovasyon, küresel gıda sistemlerini sürdürülebilir kılmak için yeniden tasarlama potansiyeline sahip. Bazı gelişmeler ise beklenmedik alanlardan geliyor. Araştırmalara göre arılar son derece verimli ve doğru ürün püskürtücülüğü yapıyor. Akıllı kimya( Clever chemistry )*, ise tarım ilaçlarını hedefine alarak kirliliği önemli ölçüde azaltıyor. Bu arada, kapalı alanlarda gerçekleşen bazı tarım türleri, geleneksel tarıma göre daha fazla ürün yetiştirebiliyor ve doğaya alan bırakıyor.
Dünya nüfusuna yetebilecek yeni ve sürdürülebilir gıda sistemlerini oluşturmak, tarımda kullanılan kaynaklardan, gerçekleştiği yere ve doğa ile olan ilişkisine kadar baştan düşünülmesi gerektiği anlamını taşıyor.
Her damla…
İşin püf noktası küçük damlacıklar. Uzmanlık alanlarından birinin katı ve sıvı maddelerin birbirini nasıl etkilediğini anlamak olan Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde makine mühendisliği profesörü Kripa Varanasi, her sıvı damlacığını sonuna kadar dışarı atacak şekilde tasarlanan kapların, tarım ilacı kirliliğini azaltıp, ekin alanlarındaki işçilerin güvenliğini artırıp artırmayacağını merak etti.
Eğer sizlerde şişenin dibinde kalan ketçabın bir türlü çıkmamasından şikayetçi olduysanız, Varanasi’nin karşılaştığı zorluğu kolayca anlayabilirsiniz. Bu tarz problemlerin tam olarak başladığı yer ürünün şişesi ya da kabı oluyor.
Normal katı yüzeylerde sıvılar yayılır. Eğer bir şişeden sıvı çıkarmaya çalışıyorsanız size kötü bir haberimiz var. Katı yüzeylerin üzerine yayılan sıvılar yerlerinde kalmayı çok sevdiklerinden dolayı zor hareket edecektir. Ama kabın duvarına bir sıvı kaplama(hidrofobik) yapıldığında, yüzey çok daha fazla kaygan ve pürüzsüz hale gelerek, sıvının kolayca dışarıya çıkmasını yardımcı olacaktır.
Bu kaplama teknolojisi ketçap, mayonez, bal ve diğer yapışkan gıdalar üzerinde test edildikten sonra uzmanlar tarafından tarımsal kimyasalların imalatından ambalajlanmasına, dozajlanmasından, tüketimi ve atığın ortadan kaldırılmasına kadarki yaşam döngüsü düşünülmeye başlandı.
Çiftliklerde genellikle seyreltilmiş konsantreler olarak plastik şişeler içerisinde satın alınan tarım ilaçları kullanılıyor. Bu ürünler tüketildikten sonra şişe diplerinde -ketçap örneğinde olduğu gibi – kalan maddelerle birlikte atılıyor. Bu da içerisinde bulunan artıkların zehirli olmasından dolayı büyük problem yaratıyor.
Çiftçilerin, mahsulleri hedefe alarak yaptıkları ilaçlamaların sadece %2-5’i bitki üzerinde yapışıp kalıyor. Araştırmalar sonucu ortaya çıkan bu oran ise profesör Varanasi’yi tarım ilaçlarının hedef üzerinde kalmasını nasıl sağlayacakları konusunda düşünmesine sebep oluyor. “Bitkilerin çoğu hidrofobik olma eğilimine sahip.” diyen Varanasi, su bazlı bileşiklerin mumsu yapraklardan aktığını söylüyor. Geçmişte yapılan çalışmalarda, bitkilerin mumsu yapraklarına karşı koymak için ürünlerin yapışmasını sağlayan kimyasal katkı maddesi sürfaktanlar kullanılsa da tarım ilaçlarında sınırlı bir düzeyde başarı sağlandığı gözlemdi. Bu sebeple Varanasi çözeltileri iki birleşene ayırarak pozitif yüklü katkı maddesi ve negatif yüklü katkı maddesi kullanmaya karar verdi.
Bu bileşenler yaprağa sıkıldıklarında, su bazlı tarım ilacı solüsyonunu çekerek damlacıkların yaprağa yapışmasını sağlıyor. Biyolojik olarak bozulabilen katkı maddesinin, tarım ilacı kullanımını %90 oranda azaltmasının yanı sıra çiftçi maliyetlerini ve çevreye verilen zararı düşürmesi bekleniyor. Tarım ilaçları, bazen çiftlik faaliyetlerinin %50’sinden daha fazla maliyete neden oluyor.
Varanasi üretmiş olduğu bu teknolojiyi şu ana kadar Florida’da bir portakal bahçesinde İtalya’daki bir bağda ve Massachusetts’teki laboratuvarının yakınında bir çiftlikte denedi.
Çiftçilerin yoğun ilgisini gören bu teknoloji tabii ki herkese yardımcı olmayabiliyor. British Columbia Üniversitesi Sürdürülebilir Gıda Sistemleri Merkezi’nin akademik direktörü Hannah Wittman, bazı çiftçilerin tarım ilacı kullanmamayı tercih ettiğini söylüyor. Çiftçiler bu yolla hem çevreye faydalı olurken hem de ekinlerin sağlıklı olmasını başka yöntemlerle sağlıyor. Üretim stratejilerinin büyük pazarlar yerine sadece yerel pazarlar olan bu kişiler, tarım ilacı kullanmayarak bazı zararlı haşerelerin yaşamasına da zaman zaman izin vermiş oluyor.
Püskürtücü Arılar..
Zararlı haşereleri öldüren geleneksel sprey kullanımını azaltmanın yanı sıra bitkilerin sağlığını korumaya yardımcı olacak başka yollarda bulunuyor.
Arılar taşıdıkları polenler aracılığıyla sadece bitkilerin üremelerini ve büyümelerini sağlamakla kalmayıp aynı zamanda bazı mikroorganizmaları da yanlarında götürüyor.
Bitkilerin tarım ilacına duyduğu ihtiyacı, arıların taşıdıkları yararlı biyolojik mantarlar ile azaltılıp azaltılamayacağını merak eden bilim insanları bu konu üzerinde durmaya ve araştırmalar yapmaya başladı. Bu araştırmalar sonucunda insan sağlığını arttıran penisilin gibi antibiyotik ilaçların yapımında kullanılan yararlı mantarların, benzer şekilde bitki sağlığını da artırdığı gözlemlendi. Edinilen bu bilgi birçok insanın aklına bitkilerin bu yararlı mantarları nasıl elde edeceği sorusunu getirmiş olsa da cevabı tamamen araştırmanın çıkış noktasında saklı; arılar!
Arılar doğası gereği zararlı haşerelerin de sıklıkla hedef aldığı bitkilere ve çiçeklere odaklanıyor. Kısacası bitkilere yararlı organizmalar üretmek için arı tekniğini(vektör) kullanmak, istediğiniz hedefe gitmek için otobüs kullanmak ile aynı anlama geliyor.
Polinatorler (tozlayıcı arılar), birbirlerinden ayrıldıktan sonra farklı çiçeklere gidiyor. Bu da arı tekniğini kullanarak bitkilere gerekli dozun eşit bir şekilde dağıtılabileceği sonucunu doğuruyor.
Ontario’daki Guelph Üniversitesi’nden emekli olan bir bitki patoloğu John Sutton, kariyeri boyunca çiftliklerde bulunan 1400’ten fazla biyolojik mantar türünü inceledi ve sonunda bitki hastalıkları ile olan mücadelede iyi sonuç verecek küçük kahraman arıların taşıyacağı Clonostrachys rosea adında bir tür buldu. Örneğin; çilekler, doğru zamanda bu mantar ile aşılandığında üzerlerinde oluşan gri küfün büyümesi durdurulabiliyor.
Şu ana kadar çilek, yaban mersini, domates, ayçiçeği ve badem üzerinde bu yöntemi kullanmış ve ticaretleştirmiş Arı Tekniği Teknolojileri (BVT) başkanı ve ceo’su Ashish Malik, yedi tane yeni mikroorganizmayı bu teknikte kullanmak için test ettiklerini söylüyor.
Peki bu arılar nasıl oluyor da doğru biyolojik mantarları ve mikroorganizmaları taşıyor? Cevabı çok basit. Arı kovanlarına, arıların dışarıya çıkması için içinden geçecekleri biyolojik mantar ve mikroorganizmalardan oluşan tozların bulunduğu bir kutu yerleştiriliyor. Arıların bacaklarına ve kıllı vücutlarına yapışan kutu içindeki aşı maddesi daha sonra arılar ile ekinlere taşınıyor. Böylelikle çiftliklerde ve tarlalarda kullanılan tarım ilaçlarına duyulan ihtiyaçın arı tekniği sayesinde tamamen minimuma indirilmesi umut ediliyor.
Yukarı!
Günümüzde çiftlikler kırsal alanın büyük bir bölümünü oluşturuyor. Bu durumun doğal çevre üzerinde yarattığı etkileri ise tamamen ortadan kaldırmak mümkün değil. Ancak var olan etkileri azaltmanın bir başka yolu ise tarım faaliyetlerini kapalı mekanlarda gerçekleştirmekten geçiyor.
Kapalı mekan kavramının en büyük örneklerinden olan Dikey Tarım, marul, lahana ve roka gibi yapraklı yeşillikleri kapalı kapılar ardında, toprak veya güneş ışığı olmadan yetiştiriyor. Klinik olarak temiz bir kapalı mekan sisteminde büyüyen mahsullerin, tarım ilacına duydukları ihtiyaç tamamen ortadan kaldırılıyor ve potansiyel pek çok avantajı da beraberinde getiriyor.
Bu avantajlardan biri büyük ölçüde azaltılmış su kullanımı.
Kaliforniya merkezi gibi yerlerde su yüksek talep görüyor. Zaten kurak olan bir bölgede geleneksel tarım için yüksek oranda su kullanılması ve iklim değişiklikleri sebebiyle daha az yağışın meydana gelmesi doğal yeraltı su depolarını tüketiyor. Dikey tarım şirketi olan AeroFarms’ın pazarlama müdürü Marc Oshima, suyun tükenme oranının yenilenme oranından daha hızlı olduğunu söylüyor.
AeroFarms şirketi, bitki köklerine sis veya buhar şeklinde besin çözeltisi verilerek havada asılı duran bitki yetiştirme tekniği aeroponik kapalı döngü sistemini kullanıyor. Bitkiler köklerini bu sistem sayesinde toprak yerine bir bez tabaka ile büyütüyor. Bu yöntemle çiftliklere nazaran bitkilerin büyümesinde %95 daha az su tüketiliyor. Fotosentez için gerekli enerji, güneş ışığı yerine yeşilliklere özel spektrum, yoğunluk ve frekans sağlayacak şekilde ayarlanan LED ışıklar aracılığıyla gerçekleştiriliyor. Geleneksel tarım ile karşılaştırıldığında dikey tarımdaki bitkiler, tarla bitkilere göre yarı zaman içerisinde büyüyor.
Peki, umut verici yeni bir teknik olan dikey tarım, geleneksel tarımın yerini alacak mı?
Muhtemelen hayır. Ama şu anda kentsel alanların büyük bir çoğunluğu tarım için bu yöntemi kullanıyor. Bununla birlikte dikey tarım, üretim bakımında sınırlı imkanlar sunuyor. Düşük fiyat ama büyük alan gereksinimi sebebiyle mısır, pirinç ve buğday gibi ürünler yetiştirilemiyor. Kısacası bu yöntem çok pahalı ve büyük alan gerektirmeyen mahsülleri kapsıyor.
Şimdilik, dikey çiftlikler vitamin bakımından zengin, kalori bakımından fakir küçük yeşillikler ve otlardan oluşan dar bir pazar. Ne kadar açıkhava çiftçiliğinin yerini tutamayacağı düşünülse de özellikle kentsel tarım alanında yüksek potansiyele sahip.
–
Sera gazı emisyonları. Tarım ilacı kirliliği. Sürdürülemez su kullanımı. Atık.
İnsan ve çevre sağlığını destekleyen bir gıda sistemi oluşturabilir miyiz? Araştırmaların ve yeniliklerin birçok köşesinden uzmanlar “evet” diyor. Ancak hangi gıdaların nerede, ne zaman ve ne kadar süreyle yetiştirilebileceği tekrar tekrar düşünmesi gereken bir konu.
Teknoloji her derde deva değildir. Ancak gıdaların geleceğini yeniden şekillendirirken, dikkatli bir şekilde kullanılan ve geniş çapta erişilebilir hale getiren, hem gezegeni hem de insanları önemseyen sürdürülebilir bir sisteme katkıda bulunabilecek bir araçtır.
Kaynak: bbc.com
COMMENTS